2 Translations of Robyn Rowland in Turkish

By and | 1 August 2014

Gece Açılıyor İstanbul’a

Zeki Tombak için…

Kubbeler bulanıyor alacakaranlıkta puslu bir ipek perde sararken kenti,
günbatımında ışıldayan suların üstüne kurşun mavisi bir ışık vuruyor
rıhtımları boyunca Eminönü’nün. Rüstem Paşa Camii’nde
İznik seramikleri nadide domates kızıllığını parlatacak solgun ışıkta.

Oturuyoruz genç bir adam ateşimizi körüklemek için sandıkları parçalarken
dalgalar kıyıyı dövüyor beton rıhtımında Karaköy’ün (Kardakoy)
vapurlar Marmara Denizine doğru yol alıyor.
Galata köprüsünün ışıkları salyangoz izi gibi parlak, oltalar hala sarkarken üstünden.

Lacivert rengi, bu su, ve gökyüzü git gide derinleşiyor
İstanbul geceye akar, bir ateş böceği bulutu, kendi galaksisi içinde yanıp sönerken.
Işıklar gecenin karanlığını deliyor göğe doğru,
minareler iğne gibi keskin, cennete doğru titreşirken.

Hava soğuk. Nevin’in uzun siyah saçları dalgalanıyor nemli soğukta.
Fındık karası gözlerinden yansıyor Haliç’in kıvrımları boyunca
akan derelere vuran sokak lambalarının ışıltısı.
Cildinde geleceği parlıyor, gençliğinde saklı hayat serüveni.

Gülerek tercümanlık ediyor bize. Uğraşıp didinip döndürüyoruz dilimizi
ortak biz söze: poet – şair.
Anasonlu Rakı ay ışığında daha bir beyazlıyor, içimizi ısıtıyor,
ve benim gencecik oğlum dilini yakıyor ürpertisini geçirmek için rakının ateşinde.

Yanı başımızdaki balık pazarında, akşam yemekleri gümüş içinde yüzüyor,
tazeden de taze. Bir boğaz balığı seçiyorsun
ve arkadaki evlerden gelen müzikle dans eden dostun
açıyor piknik sofrasını – taze domatesler, beyaz peynir kalıpları, kırmızı soğanlar.

Sen turp soyuyorsun, beyaz etle kaplanmış gibi
nar kızılı kabuğunun içi,
ve her gün handa onları soran bir şairin öyküsünü anlatıyorsun
her yemekte tabağına dokunmadan kalkan, yemekleri sadece gözünü doyuran.

Tartılıp, mangalın alevine tutulmadan önce
eski bir mangal ızgarasına konuyor balık
kızartılıp, tuzlanıyor ve biraz da zeytinyağı üzerine.
İştahla ayırıp balıkları, somun ekmeklerin arasına dolduruyoruz etleri.

Şehrin bir başka yerinde, laleler sessizce uyuyor karanlıkta
papatya sarısı, dut ve erik, alabaster kalpli gülkurusu,
kızıl ve mercan kaplı dudaklar, bu akşamlık kapanıp
çırılçıplak gündoğumuyla baştan çıkmayı bekliyor.

Böylesine parlaklık bitkin düşürüyor onları. Oysa on beş gün önceydi
menekşeden gökkuşakları arasında büküyorlardı boyunları
renk cümbüşleriyle doluydu Sultanahmet kaldırımları,
otoyolların yeşil sınırları, yaz sıcağına yükselen Bizans duvarları.

Tarihi genç beyaz bir ülkeden gelip yol yorgunu,
dokuz kat uygarlığı anlamak kurcalıyor aklımı;
atıyorum kendimi bu geceye, önümdeki günlerde ve haftalarda
bekleyen günlük düzene: yemek ve renk, taş ve çini, dil ve ışık.

Su boyunca hava daha da soğuyor, rakının kolların ucunda parmaklar donuyor.
Zincirlerinden boşanmış, bulutsuz bir dolunayın altında,
tarih havada duran yapraklara, nehre atılan ışık dalgalarına dönüşüyor ve sarıyor bizi,
tuhaf bir birlik kenetliyor, imparatorluklardan daha kolay eriterek farklılıklarımızı.


Night opening on Istanbul

for Zeki Tombak

Domes are blurring in twilight that swathes the city in dusky silk,
the light pewter-blue over sunset-bright waters
across from the piers at Eminönü. Inside the Rüstem Pasha Mosque
Iznik tiles will be glowing rare tomato-red in the dying light.

We sit as the young man cracks crates apart to feed our fire
waves slipping along the concrete walkway at Kardokoy
while ferries channel their way towards the Sea of Mamara.
Galata bridge is a snail trail of lights, fishing lines still dangling.

It is dark blue, this water, and the sky deepening as Istanbul begins its
shimmer into night, a crowd of fireflies rising, twinkling in a galaxy of its own.
Lights stud the darkness of evening to the sky,
minarets needle-sharp, trembling towards heaven.

It is cold. Nevin’s long black hair is curling with the damp chill.
Her nut-dark eyes reflect the glimmer from a lone gold street lamp
thrown in rivulets across ripples of the Golden Horn.
The future is glowing in her skin, life an adventure unfurled inside her youth.

She translates for us laughing. We struggle and stretch our tongues
into a common word: poet – şiir.
Raki with its aniseed jolt whitens in the rising moonlight, warms our bellies,
and my too-young son burns his tongue on its heat to stop shivering.

In the fish market beside us, dinner swims glimmering silver,
more than fresh. You choose Bosphorous fish, and
your friend dancing to music coming from a house behind
cuts the picnic open – fresh tomatoes, chunks of feta, onions beetroot-red.

You slice radishes, white flesh pristine
against a pomegranate stain of skin,
and tell the story of the poet at the inn who asked every night for them
leaving them uneaten each meal, food only for the hunger of his eyes.

Scaled, the shining fish glint in an old wire b-b-q frame
before it’s slapped over tumeric flames
seared black, salted and coursing olive-green with oil.
Hungrily we tear them apart stuffing them between slabs of bread.

Elsewhere in the city, tulips rest in the settled dark
daisy-gold, mulberry and plum, rose-pink with alabaster hearts,
scarlet and coral with tinted lips prim, they have closed for evening
waiting the seduction of stark sunrise.

So bright it wears them out. Only fifteen days before their heads drop
among the rainbows of polyanthus and pansies
wedges of colour against the stone pavements of Sultanamet,
green verges on the highways, Byzantine walls crumbling towards summer.

Jet-lagged out of a country with a young white history,
the mind grapples to commit nine layers of civilisation to memory;
just entering this night the weave that will become our pattern of days
in the weeks to come: food and colour, stone and tile, language and light.

It grows colder along the water, fingers freezing at the end of raki-warm limbs.
Under the unchained red full moon, rising whole, uncut by cloud,
history becomes a set of floating pages, waves of light thrown onto river and canopy alike,
a strange union binding us warmly, difference collapsing more easily than empires.

This entry was posted in TRANSLATIONS and tagged , . Bookmark the permalink.

Related work: